3 Aralık 2013 Salı

Şaban Bayramoviç

09/08/2010

O adıyla namıyla ‘Çingene müziğinin kralı’. Sadece üretkenliğiyle değil, elde ettiği büyük şöhrete rağmen, 72 yıllık yaşamının tamamında ruhu ve bedeniyle Çingene kalmasıyla hep ayrıksı oldu. Balkanlar, Çingeneler ve dünya müziği ona çok şey borçlu.


Şaban, 1936 yılında Bugünkü Sırbistan’ın güney şehri Niş’te dünyaya geldi. Onun için talihe gerek yoktu. O da zaten hiçbir zaman bunu aramadı çünkü yaşadığı hayat onun en önemli esin kaynağıydı. Doğduğunda Yugoslavya bir krallıktı fakat Nazi işgali ve Nazilerin Çingene soykırımı (Porajmos) yakındı. Ailesini işgalde kaybettikten sonra bir anlamda sokaklarda büyüdü.

Müziğe yatkınlığını önceden biliyor olsa da müzikle ilk ciddi tanışıklığı daha sonra ‘hayat üniversitem’ diyeceği ‘Kıraç Ada’ isimli kötü koşulları ile ün yapmış bir ada hapishanesinde oldu. Hapse girmesine sebep sevdiği kızı görebilmek için 19 yaşındayken askerden kaçmasıydı. Üç yıl olan cezası hakime, ‘beni esir alamazsınız’ demesiyle beş buçuk yıla çıkacaktı. Hapiste lakabı kalecilikteki ustalığı nedeniyle Kara Panter’di. Okuma yazmayı da orada öğrendi. Profesyonel müzisyenlerle de orada tanıştı ve hapishane orkestrasında şarkı söyledi. Çıktığında ise düğün ve festivallerdeki şarkıcılığıyla kısa sürede ünlenmişti.

1960’lardan itibaren kendi albümlerini çıkartmaya başladı ve hızla gelişen Tito Yugoslavya’sının folk müziğine artan ilgisi ile ünü ulusal boyuta taşındı. Tito ve hatta İndra Gandi için söyledi ama verdiği konserler ve diğer özel davetlerle çok paralar kazansa da o bir Çingene olarak yaşamaya devam etti. Eğlence dünyasında önceden yapılan programlara uymamasıyla ün yaptığı için ismi bir ara ‘No Show Şaban’a çıktı. Parası da iyiyse bir düğünde yapacağı şarkıcılığı kontratı önceden yapılmış bir konsere tercih edebiliyordu. Dişinin biri altındandı ve kazandığı paraları aynı hızla harcardı. Bir gün önce korumaları ve beyaz Mercedes’iyle gezerken ertesi gün pokerde her şeyini kaybetmiş olabiliyordu.

Onu kral yapan asıl şey ise yaşadığı bu hayatı son derece zengin söz ve bestelere dökebilmesindeydi. Hayatı boyunca 700’ün üzerinde beste yaptı ve sadece Çingene müziği değil Yugoslavya müziği de bir dönem onun sırtında yükseldi. Sevdiği kadınlardan, Çingenelerin yaşadığı baskılara, ölümüne dek tutkuyla beslediği güvercinlerden, 90ların sonunda Sırbistan ve Karadağ’da çok popüler olan bir Venezüella pembe dizisinin Cassandra adlı ana karakterine kadar birçok şey onun için sözler ve notalardı. Bir ropörtajında “hayat bana şarkı yazmam için ilham veriyor, o benim ilham kaynağım çünkü ben büyük bir ‘yaşam tüketicisi’yim” diyordu.

Kendi albümlerinde hep Çingenece yazıp, söyledi. İkinci Dünya Savaşı sonrası ‘Yeni Çingene Şarkısı’ (Nove Romske Pesme) akımının efsanevi lideri, Yugoslav Çingeneler için Tito’dan sonraki en çok saygı duyulan figürdü. Çingeneliğinden ödün vermeksizin saygı duyulan bir karakter, Nazi soykırımdan arta kalan tüm Çingeneler için büyük bir gurur kaynağıydı. Basında ya da televizyondaki varlığı ve söylediği şarkılarla, aslında tüm Çingeneler var olduklarını haykırıyorlardı.

Şaban’ın yaptığı besteler ve ses tonu sadece Yugoslavya’ya değil tüm Balkanlara hitap edecek nitelikte oldu. Üflemeli çalgılardan oluşan Yugoslav sokak orkestrası müziğinden, caz tınılarına sahip romanslara ya da doğulu Türk sanat müziği melodilerine, geniş bir müzik yelpazesini Çingene müziğinde harmanlıyordu. Ama belki de asıl olan insanı ruhu ve bedeniyle sarmalayan sıcak aynı zamanda da zarif sesiydi. Bizlerin, ya da diğer Balkan halklarının onu sağlığında görüp dinleyememiş olması büyük bir talihsizlik. Bugün Goran Bregoviç imzalı diye bildiğimiz ve türlü vesilelerle severek dinlediğimiz bir çok aranjman aslında Şaban’ın cüzi ve bir sefere mahsus teliflerle ona verdiği bestelerden oluşmakta. Gönlü büyük Şaban, Bregoviç’i dava etmeyi bile aklından geçirmezken, Türkiye’de belki onlarca kez konser veren Bregoviç onu bize bir şekilde ulaştırmaktan imtina etti. Besteleyen ve icra edenler Çingenelerken, uluslararası dinleyiciye sunulan ‘Balkan folk müziği’ oluyordu.

Şaban da iç savaş sonrasında dağılan Yugoslavya ile gelen Miloşeviç rejimi ile bir anlamda köşeye çekildi. 2000 yılında eski şarkılarını yeniden seslendirdiği Mostar Sevdah Reunion’la yaptığı albüm ve verdiği birkaç konserden sonra, 2008 yılında doğduğu kent olan Niş’te öldü. Yaşamı boyunca ülkesinin ismi 4 kez değişmiş olsa da, O, Balkanların kalbinde hep bir Çingene şarkıcı olarak kaldı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder